12
Mart 1947 günü, ABD Başkanı Harry S. Truman (1884-1972), Temsilciler Meclisi
önünde yaptığı ve radyolardan yayınlanan konuşmasında şunları söylüyordu: “
Silahlı azınlıklara yada dış baskılara boyun eğmemek için direnen özgür halkları
desteklemek Birleşik Devletlerin politikası olmalıdır. (…) Özgür halklara,
kendi yazgılarını kendilerince belirleme çabalarında yardımcı olmalıyız.”
Sonradan Truman Doktrini olarak anılacak, ve aslında çok basit ve bir
saldırganlık gerekçesi olarak da değerlendirilebilecek tezin özü, Truman’a göre
“ Barışı dolaylı, yada doğrudan tehdit eden her saldırı, Birleşik Devletlerin
güvenliğini de tehdit eder.” İdi. Artık
dünyada hangi taşı kaldırsanız altından ABD çıkacaktır.
Harry
S. Truman, Başkan Franklin D. Roosevelt’in 1945 yılında, görev başında
ölümüyle, Başkan Yardımcısıyken Başkan olmuştu. Vietnam savaşını başlatan
Başkan Lyndon Baines Johnson’un başkan oluşuyla Truman’ın başkan oluşları bu
bakımdan benzeşir. Tek farkla, Johnson yardımcısıyken Başkan olan John Fitzgerald
Kennedy öldürülmüştü. (Bu benzerlikten komplo teorisi üretebilirsiniz.)
Harry
S. Truman, Başkan olunca ilk iş olarak, Japonya’ya iki atom bombası atılması
emrini vererek 2. Dünya Savaşını canavarca sona erdirdi. 1949’da NATO’nun kurulmasını
sağladı. 1950 yılında Kore savaşını başlattı. Bu savaşta 4 milyon insanın
öldüğü biliniyor. Truman, 1953 yılının Ocak ayında görev süresi bitene kadar,
bugün küreselleşme olarak bildiğimiz, ABD dünya imparatorluğunun siyasi
temellerini attı. Bu temeller de: “Tehdit görüyorsan saldır.” Şeklinde
özetlenebilir. Bu özet Bush döneminde, “Tehdit gibi göster, saldır.” Şekline
dönüştürülmüştür.
Harry S. Truman, azınlıklara, yaşadıkları topraklarda
devlet kurma hakkının verilmesi tezini ortaya atan Thomas Woodrow Wilson
(1856-1924)’un yılmaz bir takipçisiydi. Wilson, ulusların kaderlerini tayin
hakkı yanında, sınırların açılarak serbest ticaret yapılmasını da savunuyordu.
Bu
durumda, küreselleşme sürecinin başlangıcını Wilson’a dayandırabiliriz. Sevr
antlaşması da Wilson prensiplerinden derin izler taşımaktadır. 62. Maddesi,
Doğu Anadolu’da yaşadığı farz edilen, Pontus’lar, Kürtler ve Ermenilerin devlet
kurmalarını öngörüyordu. 64. Maddesine göre de ABD, kurulacak bu devletlerin üç
garantöründen biriydi.
ABD’nin
1946 yılı ve sonrası yılları çalkantılı geçti. Aylık oranı yüzde 6’ya kadar
yükselen enflasyon, ve sosyal haklarının savaş koşullarında kısıtlanması
işçilerin yaşam koşullarını olumsuz etkilemiş, Truman, başkan olur olmaz,
grevler ve direnişlerle uğraşmak zorunda kalmıştı. Bu sırada imdadına Joseph
Raymond McCarthy yetişti. Başlattığı komünist avıyla 1949-1954 arasında ABD’de
yaşayan aydınlara, bilim adamalarına, sanatçılara kan kusturdu. Hukuk dışı
yargılamalarla insanlar mahkum edildiler. Dövüldüler. İşkence ve hakaretlere
uğratıldılar. Topluma salınan korku yüzünden dostları onlarla görüşmez oldular.
Zira suçlamalar hiçbir zaman bir kanıta dayandırılmıyordu. Biriyle görüşmeniz,
suçlanıp, cezalandırılmanız için yeterliydi. İnsanlar birbirleri aleyhine
yalancı tanıklık etmeye zorlandılar. İşbirliği yapmayanlar işsiz, aç
bırakıldılar. Bu dönemin mağdurlarından bazılarını hatırlayalım: Robert Oppenheimer
(atom bombasının babası, fizikçi) Leonard Bernstein(ünlü besteci, müzisyen),
Charlie Chaplin (ünlü Şarlo), Arthur Miller(ünlü yazar) ve daha niceleri
kelimenin tam anlamıyla ezilip yok edildiler. Küreselleşme sürecinin zulmüne
ABD içinden gelecek muhalefetin sesi bu şekilde kesilmiş oldu.
İşin
ekonomik yönünü de George Catlett Marhall (1880-1959) planladı. Marshall, ABD
ordusunda generaldi. 2. Dünya savaşı boyunca Başkan Roosevelt’in savaş baş
danışmanı olarak görev yaptı. 1947 yılında Marshall planı olarak
adlandırılacak, savaş yıkımına uğramış ülkelere yardım planını ortaya attı.
Asıl amaç, bu ekonomik sıkıntı döneminde, Avrupa’da komünizmin güçlenmesinin
önüne geçmekti. Savaşın baş sorumlusu olmasına rağmen, Almanya bu yardımlarla ekonomik
durumunu düzeltti. Türkiye 100 milyon Dolar, Yunanistan da 300 milyon Dolar
yardım aldı, ve iç savaşta komünistler yenildi. ABD, Marshall planıyla, Türkiye’nin ve dünyada
daha pek çok ülkenin tek taraflı bağımlılaştırılması sürecini başlattı. Bu
hizmetleri için, George Catlett Marshall, 1953 yılında Nobel ödülüne layık görüldü.
Dönemin
kayda değer bir başka olayı da, İran darbesidir. Küreselleşme planının bir
parçası olarak görülmesi gereken bu olay, 1953 yılında gerçekleşmiştir. ABD ve
İngiltere Ajax planı (resmi adı: TP-AJAX) olarak adlandırılan planı uygulamaya
koyarak, seçimle iş başına gelmiş Mohammed Mossadeh’in devrilmesini, Pehlevi
ailesinin işbaşına gelmesini sağlamışlardır.
Değerli
okur,Yazımı burada noktalıyorum. Tarihin uzun ve dünya için oldukça sıkıntılı
geçen bir dönemini kısa bir öyküye dönüştürüp anlatmaya çalıştım. Bu konudaki
araştırmalarım geliştikçe kaldığım yerden devam etmeye çalışacağım. Ender
Erdemil
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder