6 Ağustos 2014 Çarşamba

Demokratikleşmek iyi fikir mi?

Ender Erdemil

Demokrasi, küreselleşen dünyada, küreselleşme sürecinin düşünsel yapısını oluşturanların, düşünsel çerçevesini çizenlerin dört elle sarıldıkları bir kavramdır. “Düşünce özgürlüğü”, “fırsat eşitliği”, “bireyin önemsenmesi” gibi, kulağa pek de hoş gelen, kimsenin de itiraz edemeyeceği kavramları içinde barındırması açısından, “demokrasi” ve “demokratikleşme”, çekiciliğini, insanların yıllar yılı sessiz kalmak zorunda bırakılmışlığından alır.

“Aydınlar”, bu kavramların çekiciliğine hiç dayanamazlar. Onlar için, “nereden ve nasıl gelirse gelsin”; demokrasi, gerekli ve vazgeçilmezdir. Onlar demokrasiyi, halk için, insanlık için istiyorlardır. Demokrasi, sihirli bir değnek gibi, insanların “kendini ifade” sorununu çözecektir. Onlara göre, kendini ifade etme, açlıktan, yoksulluktan ve işsizlikten daha önemli bir sorundur. Zira aç, yoksul, işsiz bir insan, aç, yoksul ve işsiz bir insandır. Ancak kendini ifade edemeyen insana insan demek biraz zordur.

Onlara göre; küreselleşen dünyada artık “birey” vardır. Birey de “kendini ifade edebilen” kişidir. Bir kez kendini ifade edebildi mi, bütün fırsat kapıları bireye açılacaktır. Akıllı, vizyon sahibi, başkalarının sırtına basmayı becerebilen, biraz da vicdan yoksunu oldu mu, birey tam bir birey olacaktır. Bunu temel koşulu da kendini ifade edebilmektir. Kendini ifade edebilmenin yeri de demokrasinin tam olduğu bir ortamdır.

Demokrasinin ve demokratikleşmenin çekiciliği; yıllar yılı insanın sessiz kalmak zorunda bırakılmasından gelir demiştik. Peki, insanı sessiz kalmak zorunda bırakan kimdi? Çok konuşup, çok yazanları; ortalığı karıştıranları, insanlara bildiklerini öğretmeye çalışanları ortadan kaldıranlarla, insanları sessiz kalmak zorunda bırakanlar aynı kişiler miydi acaba? Peki, bu sessiz kalmak zorunda bırakılanların başında da aydınlar mı geliyordu? Niye sessiz kalmak zorunda bırakılıyorlardı? Yoksa ülkeyi, hatta dünyayı yönetenler mi böyle istiyorlardı? Yönetenler yönetimlerini rahat sürdürebilmek için insanların sessiz kalmalarını mı yeğliyorlardı?

Ya aydınlar, şimdi, sessizliklerini bozma fırsatı buldukları için mi demokrasiye ve demokratikleşmeye bu kadar sahip çıkıyorlardı? Acaba onlar için de sessizliklerini bozmak, gönüllerince konuşabilecekleri ortamları bulmak her şeyden daha mı önemliydi? Bu yüzden mi demokrasiye “körün değneği” gibi sahip çıkıyorlardı?

Peki, bugün, ülkeleri ve dünyayı yönetenler değişti mi de demokrasi ve demokratikleşme birden yükselen değerlerin başına geçti? Hatalarını anlayıp: “Yahu artık bu insanlar da konuşsun, haklarını arasınlar” mı demeye başladılar? Yoksa yıllar, yönetenleri enayileştirdi mi? Yıllar yılı insanları umursamadan dünyayı yönetenler: “Hatanın neresinden dönsek kar” mı demeye başladılar? Nereden çıktı bu insan sevgisi, bu demokrasi aşkı?

Değerli okur, küreselleşme sürecinde, dünyayı küreselleştirenlerin önümüze koyduğu, demokrasinin ve demokratikleşmenin bir tek anlamı vardır:

Etnik ayrımcılığı, “kendini ifade” adı altında ortaya çıkarıp, güçlendirerek; dünyada, üniter yapısını korumayı başaran üç beş devleti de bölüp parçalamak, onların içinde küçük kukla devletçikler yeşertmek, bu sayede, küçük ve güçsüz devletlerden oluşacak bir dünyayı daha kolay yönetmek. Kurulacak kukla devletler eliyle bölgesel egemenliklerini güçlendirmek.

Evet, yükselen değerlerin başında gelen demokrasinin ve demokratikleşmenin, küreselleşme sürecindeki tek anlamı budur.

Bu açıdan baktığımızda da, demokrasi ve demokratikleşme kavramları, küreselleşmenin mimar ve mühendislerinin elinde ne kadar bir silahsa, bunlara dört elle sarılan bizim aydınlarımızın elinde de “körün değneği”dir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder