3 Ağustos 2014 Pazar

Demokrasiye aşığız!

ender erdemil
Demokrasiye hepimiz aşığız şükür. Demokrasi deyince akan suları durduruyoruz.
Demokrasiyi ortadan kaldıran, tahkikat komisyonları kurup karşıtları susturan, günlük gazeteleri sansürleyen, “Odunu koysam mebus seçtiririm” diyen DP iktidarının başbakanı Adnan Menderes’e itibarını iade ettik. Demokrasi adına...

Seyit Rıza, Dersim İsyanını başlatmak için Suriye’deki Fransız gizli servisinden talimat almıştı. Bunun adı vatana ihanettir. Ayrıca Seyit Rıza devlete vergi vermeyeceğiz, yol, okul,köprü yapmayacaksınız diye devlete ültimatom veren bir aşiret reisi. Bölgede egemenliğini korumak için yaşadığı bölgenin demokratikleştirilmesine ve kalkındırılmasına karşı çıktı. Demokrasi adına onun da itibarının iade edilmesi isteniyor  Mersin siyasetinde bir çizgi sahibi olmaya çalışan Yücel Ceylan’a göre de Seyit Rıza’nın itibarının iadesini istemek  demokratik bir talep.
Etnik ayrılıkçı terör örgütünün ülkeyi bölme girişiminin adı “Demokratik özerklik” Demokrasi adına Tekke ve zaviyeler açılacak. Tarikatların özgürleştirilecek.

Suriye’yi kana bulayan dış kaynaklı terörist grupları desteklemek, onlara Türkiye’de barınma hakkı sağlamak, silah para, sağlık hizmeti ve pek çok ayrıcalık sağlamak hepsi Suriye’ye demokrasi götürmek için. Irak’ta yaklaşık 1.5 milyon insan demokrasi için öldürüldü. Libya demokrasi adına yerle bir edildi. Kaddafi “demokrasi güçleri” tarafından linç edildi.

Anayasa’da “millet” tanımının değiştirilmek istenmesi, “Andımız” dan vaz geçilmesi, :” Kur’anla mürtedane (hiçe sayan) mutlak istibdada, cumhuriyet; mutlak din sapıklığına, rejim; mutlak sefahate, medeniyet; keyfi cebre kanun adı verilerek Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş.”,  “Türkiye Cumhuriyeti yalnız İslama değil, ahlaka da aykırı bir yapı” diyen Saidi Nursi’nin hortlatılması; bunların hepsi demokrasimizin gelişmesi için..
Yargılama süreçleri hukuksuz, kanunsuz ve adaletsiz yürütülen Ergenekon, Balyoz vb davalar; bu davalarda haksız hukuksuz tutsak almalar demokrasinin bir daha kesintiye uğratılmaması için.

Demokrasi için yapılması istenenleri ve yapılanları saymaya kalksak zamanımız yetmez. Bu kadar saydığımızla yetinelim. Ve düşünelim: Demokrasi aşığı bu kadar kişi içinde; “topraksız köylüye toprak verelim, taşeronlaşmayı ortadan kaldıralım, tarımın çöküşünün, köylünün yok edilişinin önüne geçelim, gelir dağılımını düzeltelim…” diyen var mı? Yok. Deseler de sesleri “Ana dilde eğitim hakkı” derken olduğu gibi güçlü çıkmıyor. Yaygın basın da demokrasi adına böyle şeyler söyleyenlerin, ileri geri konuşanların seslerini kesiyor. İstemleri “demokratik talepler” arasında yer bulmuyor.
Demokrasi aşkımız nereden geliyor?

Demokrasinin güçler ayrılığı ilkesine dayandığı söylenir. Doğrudur da. Sağlıklı bir demokratik işleyiş, yasama yürütme ve yargı erklerinin birbirinden bağımsız, birbirini denetleyebilir durumda olmasına bağlıdır. Bu ayrılığın eşitliği ve adaleti sağlayacağı düşünülür. Demokrasinin bu kuramsal yapısı eşitlik sevdalısı olan bizlerin demokrasi aşığı olmamız için yeterlidir.
Bu yetmezse, tarih demokrasi aşkımızı güçlendirir. Atina’dan günümüze tarih, demokrasiyi eşitlikle birlikte anarak anlatır. İngiltere’de en uzun ve zorlu savaşımın 8 işçinin en demokratik hakkı olan saatlik işgünü için verildiğini, “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler.” Demesinden fakir fukaranın halinden haberi olmadığı anlaşılan Mari Antuanet’in kafasının nasıl kesildiğini, Bastil’in nasıl basılarak tutsakların serbest bırakıldığın okur (halk adına) keyifleniriz. Bunların hep demokrasi içindir. Gel de aşık olma böyle demokrasiye.
Oysa bilmeyiz ki devrimin beşiği Fransa’da işçi sınıfı, fakir fukara ne zaman güçlense; elitlerin iktidarını ne zaman tehlikeye düşürse aristokratlar göreve çağrılmış, işçi sınıfı acımasızca ezilmiş bu yüzden de Fransa’da Cumhuriyet beş kez yeniden kurulmuş…

Demokrasi eşitlik mi?

Tarih demokrasinin Yunanistan’da doğduğunu anlatır. Solon (İÖ 640-599) Attika’ya demokrasiyi getirmiş. Aslına  bakarsanız Attika’da Solon’dan önce de demokrasi varmış.Siyasete katılma hakkının  aristokratların elinde olduğu bir demokrasi. Ticaret gelişip para soyluluğun önüne geçince işler karışmış. Vatandaş da çok yoksullaştırılınca düzenin korunması gereği ortaya çıkmış. Solon, siyasete katılma hakkını soylulardan alıp parası olana vermiş. Siyasete katılanların sayısı da bu sayede çoğalmış. Borçlarından dolayı köleleştirilenleri de azat edip borçları silince ortalık güllük gülistan olmuş. Yoksul biraz rahatlamış, ancak toplumdaki ve siyasetteki yeri değişmemiş. Demokrasi de  “elitler arasında eşitlik” olma niteliğini korumuş. Sadece elitler değişmiş ve sayıları artmış.

Elitler arası eşitlik olarak doğduğu günden bu yana bu niteliğini değiştirmeyen demokrasi sanayi toplumunda esas olarak “girişimcinin özgürlüğünü ”garanti altına alır. Girişimci kimdir? Sermaye sahibinin parasını yatırıma döndüren, işçi çalıştırarak artı değeri yaratan kişidir. Bu durumda para sahibiyle girişimci bir olur, toprak sahibiyle de işbirliği yaparak demokrasiyi sanayi toplumunun elitleri arasındaki eşitlik halinde getiriler. Her işin başı para olduğundan bunu sağlamak da çok kolaydır.

Demokrasinin sokaktaki vatandaşa “eşit oy” hakkından başka bir getirisi yoktur. Çünkü Anayasayı, yasaları onlar yapar. Oy kullanacak seçmene seçenekleri elitler sunar. Parası olan aday olabilir. Onların içinden kimin aday olabileceğine bile gene elitler karar verir. Seçmen de kendisine sunulan seçenekler içinden seçmek zorunda kalır..

Bu da yetmez, tüm yaygın basın ve yayın organlarını eline geçirmiş büyük sermaye sahipleri sahip oldukları yayın organlarıyla seçmeni oy vereceği parti konusunda yönlendirir, kandırır, ikna eder. Paranın gücüyle sımsıkı kuşatılan seçmenin en kötüsünün bile en iyisi olduğuna inanmaktan yapacak bir şeyi yoktur. Seçimini yapar.  Seçtiği adam da kısa sürede elitler arasına katılır, kendisine oy verenlere sırtını döner

Demokrasi kime gerekli?

Al Anwar (Kürt Televizyonu) Televizyonunda Avrupa Parlamentosunda gerçekleştirilen Kürt Kurultayını izliyorum. Serdar Akinan konuşuyor: “Demokrasi Ortadoğu coğrafyasına kan ve gözyaşı getirdi.” diyor. Irak’ın hali ortada. Akinan bu sözleriyle Ortadoğu’da demokrasiye aslında kimin gereksinim duyduğunu açıkça ortaya koyuyor.  
Demokrasi Mısır’ın başına Müslüman Kardeş Muhammed Mursi’yi getirdi. Mursi bütün yetkileri eline alacağı bir kararname çıkarınca, Mısırlı gene Tahrir Meydanına çıktı. Bu sefer daha kararlı, Cumhurbaşkanlığı sarayına yürüdü. Mursi, bizim başbakana: “Demokrasinin kesintiye uğratılmasına izin vermeyeceğim.” dedi. Bizim başbakan da demokrasinin kesintiye uğratılmaması için Anayasayı değiştirmiş, yargıyı tamamen kendi iktidarına bağlamıştı.
Bizde önce demokrasi geldi. 1946’da alnımızın akıyla demokrasiye geçtik. Ardından 1949 yılında Milli eğitimin başına ABD’li danışmanlar geldi. 1954 yılında da Marshall yardımı. Yani demokrasiye geçişimizle ABD’nin kucağına oturmamız arasında fazla zaman geçmedi. Demek ki demokrasi bize değil ABD’ye gerekliydi. Demokratikleşen ülkeler hemen ABD’nin kucağına oturuyorlardı. (Gerçi Irak’ta böyle olmadı.)

ABD Başkan Wilson’un prensiplerini açıkladığı 1914 yılından bu yana dünyaya demokrasi götürmekle uğraşıyor. Ne demişti Wilson yüksek sesle: “Uluslar kaderlerini kendileri tayin edecek.” Wilson’a göre her etnik toplum ve topluluk bir ulustu. Ardına da cılız sesle ekledi: “Sınırlar açılmalı ticaret serbestleşmeli.”  

Japonya’ya atom bombalarını attıran Truman 1947’de yaptığı radyo konuşmasında:  “ Silahlı azınlıklara yada dış baskılara boyun eğmemek için direnen özgür halkları desteklemek Birleşik Devletlerin politikası olmalıdır. (…) Özgür halklara, kendi yazgılarını kendilerince belirleme çabalarında yardımcı olmalıyız.” derken dünyaya özgürlük ve demokrasi götürmekten söz ediyordu. Dediğini yaptı da. 1950 yılında 4 milyon insanın canı bahasına Kore’ye özgürlük götürdü. Bu arada NATO’yu kurduğunu söylemeyi de unutmayalım. İran’da seçimle işbaşına gelmiş Musaddık hükümetinin devrilerek yerine Pehlev'inin  “Şah” olarak geçirilmesi (1953) de gene Truman’ın demokrasi uğruna yaptırdığı işlerden biridir.
Cumhuriyetin kuruluş belgelerinde ve Nutuk’ta demokrasi sözcüğüne rastlamıyoruz. Onun yerine Halkın kendini yönetmesi anlamına gelen Cumhuriyet ve işlerin halk yararına yapılmasının gereğini bildiren halkçılık ilkesi vardı. Bu yüzden de ülkede eşi benzeri görülmemiş bir kalkınma; hem de dünya 1929 krizini yaşarken başarılmıştı.

Mustafa Kemal Paşa, Türk ulusunun mücadelesini “Emperyalizme ve Kapitalizme” karşı verilen bir mücadele olarak tanımlamıştı. Bu yüzden de kaynağını kapitalizmin ideolojisi olan liberalizmden alan batı demokrasisine pek itibar etmemişti.

Küreselleşmenin yükselen değeri demokrasi

Her yıl rüşvet yoluyla Sovyetler Birliği milli gelirinden çalarak burjuvalaşan bürokratlar işsiz güçsüz ayak takımını “demokrasi için ayaklandırdılar. Gorbaçov da kafasını kaşıdı, demokratikleşmenin iyi fikir olduğuna karar vererek tarihi yeniden yazdı. Ortalığı yumuşatıp Sovyetler Birliğinin yıkılışını hazırladı. Votkayı çekip Tankın üstüne çıkan, bu yolla da kahraman olan Yeltsin yıkımı tamamladı. Sovyetler Birliğine demokrasi gelmişti. Bileği güçlü olan, gözü kara olan demokratik yollardan Sovyetler Birliğinin ekonomik kaynaklarına el koydu. Birlik parçalanırken, KGB yetkilileri de başında bulundukları cumhuriyetlerin yönetimine yine demokratik yollardan el koydular.  Yoksulluk arttı, Evsizler Moskova sokaklarında donarak öldüler.

Bu sırada da bilimsel teknolojik devrim sosyalizmin yerine, küreselleşme de enternasyonalizmin yerine geçti. Ulus çıkarları, sınıf çıkarları unutuldu. Yerlerine yükselen değerler geçirildi. Yükselen değerlerin de en hızlı yükselenleri özgürlük ve demokrasi oldu.

Özgürlük dendiği zaman bireyin kimseye karşı sorumluluk duymadan her şeyi yapması, demokrasi dendiği zaman da bireyin ulusuna, sınıfına ve devlete karşı  hiçbir sorumluluk taşımaması anlaşılır oldu. Özgür birey, medya yoluyla kedisine gösterileni yapmayı özgürlük sandı. Demokrasiye inanalar da bir çift kadın memesine ülkeyi satmayı demokrasi bellediler.
Küresel sermayenin tankını süren ABD’nin istediği buydu.. Zaten küreselleşmenin ideolojik yapılanmasını kuranlar, yükselen değerleri toplumun önüne koyanlar küresel sermayenin beslediği; insanlığa ihanet eden aydın takımıydı. Liberalizmi küreselleştirmişler adına da özgürlük ve demokrasi demişlerdi.

11 Eylül ve demokrasi

11 Eylül 2001’de ABD’de ikiz kuleler yıkıldı. MOSSAD’a CIA tarafından yaptırıldığına inanılan bu saldırı Müslüman bir terör örgütünün üstüne yıkılarak Müslüman dünyası suçlu ilan edildi.Kırmızı (düşman) kuvvetlere mensup pek çok terörist Guantanamo denilen yerde deyim yerindeyse terbiye edildi. Azılılarının mavi (dost) kuvvetlere katılmaları sağlandı. Faydalı teröristler edinildi. (Bunlar daha sonra Libya’yı ve Suriye’yi demokratikleştirme işinde görev alacaklardı.)
Müslüman dünyası Ortadoğu’ydu. O halde Ortadoğu’nun “şiddetle” demokratikleştirilmesi gerekiyordu. Zira demokratik olmayan ülkelerin liderleri terörizme destek oluyor, teröristleri barındırıyordu. Kimyasal silahlar, kitle imha silahlar ( nereden bulduysalar) onlardaydı. Gözlerini kırpmadan kullanırlardı.  İsrail gibi anadan doğma demokratik olan ülkelerin; sahip oldukları kitle imha silahları ise sorgulanmazdı.

Demokrasi düşmanlarının saldırısıyla yaralanan demokrasi kaplanı ABD, bölgeyi demokratikleştirmek için genişletilmiş Kuzey Afrika ve BOP projesini geliştirdi. Uzun uzun anlatmayalım BOP bölgedeki Türkiye de dahil 24 ülkenin sınırlarının değiştirilerek “demokratikleştirilmesini” öngörüyordu. Ortadoğu için demokrasiyle BOP aynı anlama geliyordu.

Son söz

Elitler arası eşitlik niteliğini koruyan demokrasinin de kendine göre kuralları var. Bu kurallar batıda geçiyor. Almanya Almanca dışında bir dille eğitim yapılmasını kabul etmiyor. Fransa millet kavramından vaz geçmiyor. Ancak demokrasi bize doğru gelirken bir bollaşıyor, bir genişliyor ki sormayın. Kendi ülkelerinde kurallarından milim geri adım atmayan Avrupalı politikacılar, bize gelince ülkenin bölünmesi, parçalanması için gereken her şeyi demokratik talep olarak görüyor, gösteriyor.  Yargı bağımsızlığını ortadan kaldıran Anayasa değişikliklerini bile büyük demokratik gelişme diye alkışladılar utanmadan. Seyit Rıza’nın itibarının iadesini istemek de bu bollaştırılan, sulandırılan demokrasiye uygun bir “demokratik talep” olarak karşımıza çıkarılıyor. Sırada 40 binden fazla kişinin ölümünden sorumlu Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması ve itibarının iadesi var. Avrupa Parlamentosunda gerçekleştirilen Kürt Kurultayında bu da konuşuldu.

Demokrasiye aşığız. Bütün bunları aşık olduğumuz demokrasinin aslında ne aşüfte olduğunu anlatmak için yazdım. Gözümüzün içine baka baka boynuzluyor…
Ender Erdemil, 12 Aralık 2012




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder