ender
erdemil
Demokrasiye hepimiz aşığız şükür. Demokrasi deyince akan
suları durduruyoruz.
Demokrasiyi ortadan kaldıran, tahkikat komisyonları kurup
karşıtları susturan, günlük gazeteleri sansürleyen, “Odunu koysam mebus seçtiririm” diyen DP iktidarının başbakanı
Adnan Menderes’e itibarını iade ettik. Demokrasi adına...
Seyit Rıza, Dersim İsyanını başlatmak için Suriye’deki
Fransız gizli servisinden talimat almıştı. Bunun adı vatana ihanettir. Ayrıca
Seyit Rıza devlete vergi vermeyeceğiz, yol, okul,köprü yapmayacaksınız diye
devlete ültimatom veren bir aşiret reisi. Bölgede egemenliğini korumak için
yaşadığı bölgenin demokratikleştirilmesine ve kalkındırılmasına karşı çıktı. Demokrasi
adına onun da itibarının iade edilmesi isteniyor Mersin siyasetinde bir çizgi sahibi olmaya
çalışan Yücel Ceylan’a göre de Seyit Rıza’nın itibarının iadesini istemek demokratik bir talep.
Etnik ayrılıkçı terör örgütünün ülkeyi bölme girişiminin
adı “Demokratik özerklik” Demokrasi
adına Tekke ve zaviyeler açılacak. Tarikatların özgürleştirilecek.
Suriye’yi kana bulayan dış kaynaklı terörist grupları
desteklemek, onlara Türkiye’de barınma hakkı sağlamak, silah para, sağlık
hizmeti ve pek çok ayrıcalık sağlamak hepsi Suriye’ye demokrasi götürmek için.
Irak’ta yaklaşık 1.5 milyon insan demokrasi için öldürüldü. Libya demokrasi
adına yerle bir edildi. Kaddafi “demokrasi güçleri” tarafından linç edildi.
Anayasa’da “millet” tanımının değiştirilmek istenmesi,
“Andımız” dan vaz geçilmesi, :” Kur’anla mürtedane (hiçe sayan) mutlak
istibdada, cumhuriyet; mutlak din sapıklığına, rejim; mutlak sefahate,
medeniyet; keyfi cebre kanun adı verilerek Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş.”, “Türkiye Cumhuriyeti yalnız İslama değil, ahlaka da aykırı bir yapı”
diyen Saidi Nursi’nin hortlatılması; bunların hepsi demokrasimizin gelişmesi
için..
Yargılama süreçleri hukuksuz, kanunsuz ve adaletsiz
yürütülen Ergenekon, Balyoz vb davalar; bu davalarda haksız hukuksuz tutsak
almalar demokrasinin bir daha kesintiye uğratılmaması için.
Demokrasi için yapılması istenenleri ve yapılanları
saymaya kalksak zamanımız yetmez. Bu kadar saydığımızla yetinelim. Ve
düşünelim: Demokrasi aşığı bu kadar kişi içinde; “topraksız köylüye toprak verelim, taşeronlaşmayı ortadan kaldıralım,
tarımın çöküşünün, köylünün yok edilişinin önüne geçelim, gelir dağılımını
düzeltelim…” diyen var mı? Yok. Deseler de sesleri “Ana dilde eğitim hakkı” derken olduğu gibi güçlü çıkmıyor. Yaygın
basın da demokrasi adına böyle şeyler söyleyenlerin, ileri geri konuşanların seslerini
kesiyor. İstemleri “demokratik talepler”
arasında yer bulmuyor.
Demokrasi
aşkımız nereden geliyor?
Demokrasinin güçler ayrılığı ilkesine dayandığı söylenir.
Doğrudur da. Sağlıklı bir demokratik işleyiş, yasama yürütme ve yargı
erklerinin birbirinden bağımsız, birbirini denetleyebilir durumda olmasına
bağlıdır. Bu ayrılığın eşitliği ve adaleti sağlayacağı düşünülür. Demokrasinin
bu kuramsal yapısı eşitlik sevdalısı olan bizlerin demokrasi aşığı olmamız için
yeterlidir.
Bu yetmezse, tarih demokrasi aşkımızı güçlendirir.
Atina’dan günümüze tarih, demokrasiyi eşitlikle birlikte anarak anlatır.
İngiltere’de en uzun ve zorlu savaşımın 8 işçinin en demokratik hakkı olan
saatlik işgünü için verildiğini, “Ekmek
bulamıyorlarsa pasta yesinler.” Demesinden fakir fukaranın halinden haberi
olmadığı anlaşılan Mari Antuanet’in kafasının nasıl kesildiğini, Bastil’in
nasıl basılarak tutsakların serbest bırakıldığın okur (halk adına)
keyifleniriz. Bunların hep demokrasi içindir. Gel de aşık olma böyle demokrasiye.
Oysa bilmeyiz ki devrimin beşiği Fransa’da işçi sınıfı,
fakir fukara ne zaman güçlense; elitlerin iktidarını ne zaman tehlikeye düşürse
aristokratlar göreve çağrılmış, işçi sınıfı acımasızca ezilmiş bu yüzden de
Fransa’da Cumhuriyet beş kez yeniden kurulmuş…
Demokrasi
eşitlik mi?
Tarih demokrasinin Yunanistan’da doğduğunu anlatır. Solon
(İÖ 640-599) Attika’ya demokrasiyi getirmiş. Aslına bakarsanız Attika’da Solon’dan önce de
demokrasi varmış.Siyasete katılma hakkının
aristokratların elinde olduğu bir demokrasi. Ticaret gelişip para
soyluluğun önüne geçince işler karışmış. Vatandaş da çok yoksullaştırılınca
düzenin korunması gereği ortaya çıkmış. Solon, siyasete katılma hakkını
soylulardan alıp parası olana vermiş. Siyasete katılanların sayısı da bu sayede
çoğalmış. Borçlarından dolayı köleleştirilenleri de azat edip borçları silince
ortalık güllük gülistan olmuş. Yoksul biraz rahatlamış, ancak toplumdaki ve
siyasetteki yeri değişmemiş. Demokrasi de
“elitler arasında eşitlik”
olma niteliğini korumuş. Sadece elitler değişmiş ve sayıları artmış.
Elitler arası eşitlik olarak doğduğu günden bu yana bu
niteliğini değiştirmeyen demokrasi sanayi toplumunda esas olarak “girişimcinin
özgürlüğünü ”garanti altına alır. Girişimci kimdir? Sermaye sahibinin parasını
yatırıma döndüren, işçi çalıştırarak artı değeri yaratan kişidir. Bu durumda
para sahibiyle girişimci bir olur, toprak sahibiyle de işbirliği yaparak
demokrasiyi sanayi toplumunun elitleri
arasındaki eşitlik halinde getiriler. Her işin başı para olduğundan bunu
sağlamak da çok kolaydır.
Demokrasinin sokaktaki vatandaşa “eşit oy” hakkından başka bir getirisi yoktur. Çünkü Anayasayı,
yasaları onlar yapar. Oy kullanacak seçmene seçenekleri elitler sunar. Parası
olan aday olabilir. Onların içinden kimin aday olabileceğine bile gene elitler
karar verir. Seçmen de kendisine sunulan seçenekler içinden seçmek zorunda
kalır..
Bu da yetmez, tüm yaygın basın ve yayın organlarını eline
geçirmiş büyük sermaye sahipleri sahip oldukları yayın organlarıyla seçmeni oy
vereceği parti konusunda yönlendirir, kandırır, ikna eder. Paranın gücüyle
sımsıkı kuşatılan seçmenin en kötüsünün
bile en iyisi olduğuna inanmaktan yapacak bir şeyi yoktur. Seçimini yapar. Seçtiği adam da kısa sürede elitler arasına
katılır, kendisine oy verenlere sırtını döner
Demokrasi
kime gerekli?
Al Anwar (Kürt Televizyonu) Televizyonunda Avrupa
Parlamentosunda gerçekleştirilen Kürt Kurultayını izliyorum. Serdar Akinan
konuşuyor: “Demokrasi Ortadoğu
coğrafyasına kan ve gözyaşı getirdi.” diyor. Irak’ın hali ortada. Akinan bu
sözleriyle Ortadoğu’da demokrasiye aslında kimin gereksinim duyduğunu açıkça
ortaya koyuyor.
Demokrasi Mısır’ın başına Müslüman Kardeş Muhammed
Mursi’yi getirdi. Mursi bütün yetkileri eline alacağı bir kararname çıkarınca,
Mısırlı gene Tahrir Meydanına çıktı. Bu sefer daha kararlı, Cumhurbaşkanlığı
sarayına yürüdü. Mursi, bizim başbakana:
“Demokrasinin kesintiye uğratılmasına izin vermeyeceğim.” dedi. Bizim
başbakan da demokrasinin kesintiye
uğratılmaması için Anayasayı değiştirmiş, yargıyı tamamen kendi iktidarına
bağlamıştı.
Bizde önce demokrasi geldi. 1946’da alnımızın akıyla
demokrasiye geçtik. Ardından 1949 yılında Milli eğitimin başına ABD’li
danışmanlar geldi. 1954 yılında da Marshall yardımı. Yani demokrasiye
geçişimizle ABD’nin kucağına oturmamız arasında fazla zaman geçmedi. Demek ki demokrasi bize değil ABD’ye
gerekliydi. Demokratikleşen ülkeler hemen ABD’nin kucağına oturuyorlardı.
(Gerçi Irak’ta böyle olmadı.)
ABD Başkan Wilson’un prensiplerini açıkladığı 1914
yılından bu yana dünyaya demokrasi götürmekle uğraşıyor. Ne demişti Wilson
yüksek sesle: “Uluslar kaderlerini
kendileri tayin edecek.” Wilson’a göre her etnik toplum ve topluluk bir
ulustu. Ardına da cılız sesle ekledi: “Sınırlar
açılmalı ticaret serbestleşmeli.”
Japonya’ya atom bombalarını attıran Truman 1947’de yaptığı radyo konuşmasında: “ Silahlı azınlıklara yada dış baskılara boyun
eğmemek için direnen özgür halkları desteklemek Birleşik Devletlerin politikası
olmalıdır. (…) Özgür halklara, kendi yazgılarını kendilerince belirleme
çabalarında yardımcı olmalıyız.” derken dünyaya özgürlük ve
demokrasi götürmekten söz ediyordu. Dediğini yaptı da. 1950 yılında 4 milyon
insanın canı bahasına Kore’ye özgürlük götürdü. Bu arada NATO’yu kurduğunu
söylemeyi de unutmayalım. İran’da seçimle işbaşına gelmiş Musaddık hükümetinin
devrilerek yerine Pehlev'inin “Şah”
olarak geçirilmesi (1953) de gene Truman’ın demokrasi uğruna yaptırdığı
işlerden biridir.
Cumhuriyetin kuruluş belgelerinde ve Nutuk’ta demokrasi
sözcüğüne rastlamıyoruz. Onun yerine Halkın kendini yönetmesi anlamına gelen
Cumhuriyet ve işlerin halk yararına yapılmasının gereğini bildiren halkçılık
ilkesi vardı. Bu yüzden de ülkede eşi benzeri görülmemiş bir kalkınma; hem de
dünya 1929 krizini yaşarken başarılmıştı.
Mustafa Kemal Paşa, Türk ulusunun mücadelesini “Emperyalizme ve Kapitalizme” karşı
verilen bir mücadele olarak tanımlamıştı. Bu yüzden de kaynağını kapitalizmin
ideolojisi olan liberalizmden alan batı demokrasisine pek itibar etmemişti.
Küreselleşmenin
yükselen değeri demokrasi
Her yıl rüşvet yoluyla Sovyetler Birliği milli gelirinden
çalarak burjuvalaşan bürokratlar işsiz güçsüz ayak takımını “demokrasi için
ayaklandırdılar. Gorbaçov da kafasını kaşıdı, demokratikleşmenin iyi fikir
olduğuna karar vererek tarihi yeniden yazdı. Ortalığı yumuşatıp Sovyetler
Birliğinin yıkılışını hazırladı. Votkayı çekip Tankın üstüne çıkan, bu yolla da
kahraman olan Yeltsin yıkımı tamamladı. Sovyetler Birliğine demokrasi gelmişti.
Bileği güçlü olan, gözü kara olan demokratik yollardan Sovyetler Birliğinin
ekonomik kaynaklarına el koydu. Birlik parçalanırken, KGB yetkilileri de
başında bulundukları cumhuriyetlerin yönetimine yine demokratik yollardan el
koydular. Yoksulluk arttı, Evsizler
Moskova sokaklarında donarak öldüler.
Bu sırada da bilimsel teknolojik devrim sosyalizmin
yerine, küreselleşme de enternasyonalizmin yerine geçti. Ulus çıkarları, sınıf
çıkarları unutuldu. Yerlerine yükselen değerler geçirildi. Yükselen değerlerin
de en hızlı yükselenleri özgürlük ve demokrasi oldu.
Özgürlük dendiği zaman bireyin kimseye karşı sorumluluk
duymadan her şeyi yapması, demokrasi dendiği zaman da bireyin ulusuna, sınıfına
ve devlete karşı hiçbir sorumluluk
taşımaması anlaşılır oldu. Özgür birey, medya yoluyla kedisine gösterileni
yapmayı özgürlük sandı. Demokrasiye inanalar da bir çift kadın memesine ülkeyi
satmayı demokrasi bellediler.
Küresel sermayenin tankını süren ABD’nin istediği buydu..
Zaten küreselleşmenin ideolojik yapılanmasını kuranlar, yükselen değerleri
toplumun önüne koyanlar küresel sermayenin beslediği; insanlığa ihanet eden
aydın takımıydı. Liberalizmi küreselleştirmişler adına da özgürlük ve demokrasi
demişlerdi.
11
Eylül ve demokrasi
11 Eylül 2001’de ABD’de ikiz kuleler yıkıldı. MOSSAD’a
CIA tarafından yaptırıldığına inanılan bu saldırı Müslüman bir terör örgütünün
üstüne yıkılarak Müslüman dünyası suçlu ilan edildi.Kırmızı (düşman) kuvvetlere
mensup pek çok terörist Guantanamo denilen yerde deyim yerindeyse terbiye
edildi. Azılılarının mavi (dost) kuvvetlere katılmaları sağlandı. Faydalı
teröristler edinildi. (Bunlar daha sonra Libya’yı ve Suriye’yi
demokratikleştirme işinde görev alacaklardı.)
Müslüman dünyası Ortadoğu’ydu. O halde Ortadoğu’nun “şiddetle” demokratikleştirilmesi
gerekiyordu. Zira demokratik olmayan ülkelerin liderleri terörizme destek
oluyor, teröristleri barındırıyordu. Kimyasal silahlar, kitle imha silahlar (
nereden bulduysalar) onlardaydı. Gözlerini kırpmadan kullanırlardı. İsrail gibi anadan doğma demokratik olan
ülkelerin; sahip oldukları kitle imha silahları ise sorgulanmazdı.
Demokrasi düşmanlarının saldırısıyla yaralanan demokrasi
kaplanı ABD, bölgeyi demokratikleştirmek için genişletilmiş Kuzey Afrika ve BOP
projesini geliştirdi. Uzun uzun anlatmayalım BOP bölgedeki Türkiye de dahil 24
ülkenin sınırlarının değiştirilerek “demokratikleştirilmesini” öngörüyordu. Ortadoğu için demokrasiyle BOP aynı anlama
geliyordu.
Son
söz
Elitler arası eşitlik niteliğini koruyan demokrasinin de
kendine göre kuralları var. Bu kurallar batıda geçiyor. Almanya Almanca dışında
bir dille eğitim yapılmasını kabul etmiyor. Fransa millet kavramından vaz
geçmiyor. Ancak demokrasi bize doğru gelirken bir bollaşıyor, bir genişliyor ki
sormayın. Kendi ülkelerinde kurallarından milim geri adım atmayan Avrupalı
politikacılar, bize gelince ülkenin bölünmesi, parçalanması için gereken her
şeyi demokratik talep olarak görüyor, gösteriyor. Yargı bağımsızlığını ortadan kaldıran Anayasa
değişikliklerini bile büyük demokratik gelişme diye alkışladılar utanmadan.
Seyit Rıza’nın itibarının iadesini istemek de bu bollaştırılan, sulandırılan
demokrasiye uygun bir “demokratik talep”
olarak karşımıza çıkarılıyor. Sırada 40 binden fazla kişinin ölümünden sorumlu
Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması ve itibarının iadesi var. Avrupa
Parlamentosunda gerçekleştirilen Kürt Kurultayında bu da konuşuldu.
Demokrasiye aşığız. Bütün bunları aşık olduğumuz
demokrasinin aslında ne aşüfte olduğunu anlatmak için yazdım. Gözümüzün içine
baka baka boynuzluyor…
Ender Erdemil, 12 Aralık 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder